Mehmet Âkif’in fesi, yobazın öfkesi
Mehmet Âkif’in fesi, yobazın öfkesi
Mehmet Âkif Ersoy, bizim Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerimizin en büyük âbide şahsiyetlerinden biri. 27 Aralık, onun vefat ettiği gündür. Geçen yıllarda olduğu gibi bu yılda da, çeşitli şehirlerimizde Mehmet Âkif üzerine toplantılar yapılacak. Yapılsın tabii. Böyle toplantıların büyük faydaları olacak. Bu vesileyle benim de söylemek istediklerim var:
Aziz devletimiz, 1986 yılını, Mehmet Âkif Yılı olarak ilân etmişti. Şairimizin yurt içinde ve yurt dışında, çeşitli toplantılarla anılmasını kararlaştırmıştı. 1986, büyük şairimizin vefatının 50. yıl dönümü idi. O tarihlerde, Kültür Bakanlığında çalıştığım için, yetkililer, benim de çeşitli şehirlerde Âkif’i anlatmamı istemişlerdi.
O münasebetle 44 şehrimizde M. Âkif’i anlatmaya çalışmıştım. Ayrıca Almanya’da, Belçika’da, Hollanda’da, Fransa’da Âkif üzerine konuşmuştum. Hayretle ve dehşetle görmüştüm ki, bizim halkımız Mehmet Âkif’i yeteri kadar tanımıyor. Tanımıyor; çünkü okumuyor. Yine hayretle ve dehşetle görmüştüm ki, yüksek tahsilden geçmiş, aydın diye bilinmiş bazı yetkililerin de, Âkif’ten hiçbir ciddî nasipleri yoktur. Nitekim 44 şehrimizin pek çoğunda, o kişiler iri iri açılan gözlerle bana hep aynı soruyu sormuşlardı:
- Efendim demişlerdi sizin anlattığınız Âkif’le, bizim bildiğimiz Âkif arasında uçurumlar var. Bu Mehmet Âkif, şapka devriminden sonra, başındaki fesi çıkarmamak için, kaçıp Mısır’a giden adam değil mi? O, şapka giyindiği takdirde kâfir olacağına inanan kişilerden biri değil mi?..
Yanlış! Yanlış! Yanlış! Milyon kere, milyar kere yanlış! Böyle iddialarla konuşan kimselere göre, şapka yapan bir adam güya demiş ki: “Ben öyle bir şapka yapmalıyım ki, o şapkaya öyle bir terek koymalıyım ki, ne ben Allah’ın yüzünü görmeliyim ne de Allah benim yüzümü görmeli.
İşte Akif de, şapka yapanın bu düşüncesini bildiği için yani şapka giyindiği takdirde kâfir olacağına inandığı için, kaçıp Mısır’a gitmiş!” Bu, safsatalarla dolu bir zavallı iddiadır.
Evvela M. Akif, Veteriner Fakültesinden birincilikle mezun olan yani müspet ilimler okuyan mütefekkir şairlerimizden biridir. Arapça’sı, Farsça’sı, Türkçe’si, Fransızca’sı, çok kuvvetli bir mümindir. Kur’an-ı nazm ölçüleriyle Türkçe’ye taşıyacak kadar Arap diline vakıftır. İslama göre “Allah, her yerde hazır ve nâzırdır ve bize şah damarımızdan daha yakındır!”
Âkif, Allah’ı, bir şapkanın tereği üzerine oturtacağını sanan zavallı kişilerden olabilir mi?
Sonra Âkif, fesin İslamiyetle hiçbir ilgisi, ama hiçbir ilgisi olmadığını çok iyi bilen kimselerdendir. Çünkü: Fesi, ilk önce putperest Frigyalılar kullandılar. Kralları Midas’ın, eşek kulağına benzer kulaklarını saklamak için fesi yaptılar. Fes, putperest Frigyalılardan, Hristiyan Romalılara geçti. Romalılardan Fas’a uzandı.
Fesin bize geliş tarihi Sultan 2. Mahmud devrindedir. 1833 yılında 2. Mahmud halkımızın fes giyinmesini istediği için birtakım karanlık kafalı kimseler tarafından “Gâvur Padişah” diye suçlanmıştır. Yani fes, zorla başımıza geçmiştir. Garabete bakınız: 1925 yılında Atatürk, şapka inkılâbını yapınca, 1833 yılında “Bu fes gâvur işidir; onu giyinmeyiz” diyenlerin torunları, bu defa fese sımsıkı sarılmışlar, şapkaya gâvur icadı diye bakmışlardır. Akif’in Mısır’a gidiş sebebini yarınki yazımda açıklayacağım.
Yavuz Bülent BAKİLER(Türkiye-28.12.2008)